Selefiyye

 SELEFIYYE

Kaynak : enfal.de

 

Daha çok bir Kelam ilmi terimi olarak kullanılan bu kelime, Selef'in mezhebi ve görüsü anlamına gelir. Akaid konu ve meselelerinde nass (Kur'an-i Kerim ve Hadis) da varid olan hususları müteşabih olanlar da dahil olmak üzere, olduğu gibi kabul edip, teşbih ve tecsime (benzetme ve cisimlendirme) düşmemekle birlikte, te'vile (yoruma) de başvurmayan Ehl-i Sünnet-i Hassa'ya selefiyye denmiştir. Bunlar, Hz. Peygamber ile Sahabenin Akaid (inanç) hususlarında takip ettikleri yolu olduğu gibi izleyenler diye bilinir.

 

Tâbiîn mezhep imamları, önde gelen fakihler ve muhaddisler Selefiyye içinde kabul edilirler. Hicrî dördüncü yüzyılda Es'arî ve Maturidî tarafından Ehl-i Sünnet Kelâm ilmi kuruluncaya kadar yasamış olan bütün Ehl-i Sünnet âlimleri Selefin görüşlerini paylaşmışlardır.

 

Selefiyye, ayrıca, bir görüş (mezhep) halinde hicri IV. yüzyılda ortaya çıkmış ve Hanbelî mezhebi mensupları tarafından ortaya atılıp savunulmuş bir görüsü de ifade eden bir terimdir. Bu anlamıyla Selefiyye mezhebi, Selefin akidesini canlandırmayı hedef edinir. Söz konusu mezhep VII. hicrî asırda kuvvetlenmiş, özellikle Ibn Teymiye tarafından bu mezhebe yeni fikirler ilave edilmiştir.

 

Selefiyye, metot olarak nakle ve nassa kesin olarak bağlılığı kendilerine gaye edinmişler, tartışmayı gerektirecek ve çözümü zor olan mesele ve konular ile uğraşmamışlardır. Âyetlerde ve Sünnette bulunan her şeye, meselâ; habere ait sıfatlara ve mütesabih at dahil tartışma götürebilecek konulara teslimiyetle iman etmişlerdir; teşbihten kaçındıkları gibi te'vile (yorum)'de gitmemişlerdir.

 

Selefiyye, İslâm’a, Yunan düşüncesinin tesiriyle sonradan sokulduğunu kabul ettikleri mantık akil metotlarını, Sahabe ve Tabiinin bunları bilmediğini ve kullanmadığını ileri sürerek benimsemezler. Bu sebeple, Mutezile mezhebi ve diğer mezheplerin aksine, mantıkî münakasa (cedel) ve akil yürütme metodunu kullanmayıp; akidenin esaslarını sadece Kitap (Kur'an) ve Sünnetten hareketle tespit ve tayin etmenin gerekliliğini savunmuşlardır. Yani, inanç esaslarının kaynağı nasslar olduğu gibi; bunların delilleri de oradan çıkarılmalıdır. Bu sebeple Selef mezhebi, Kur'an ve Sünnette yani nassta Allah’ın sıfatları ve fiilleri ile ilgili hususları, mecazi manasına bakmaksızın, olduğu gibi kabul ederler; onları tevil ve yoruma gerek duymazlar.

 

Selefiyye, sadece kendilerinin takip ettikleri yolun Kur'an yolu ve metodu olduğunu kabul eder. Onlara göre Kur'an'da İslâm dinine ve Allah’ın yoluna davetin metodu gösterilmiştir:" Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et; onlarla, en güzel tarz hangisi ise onunla mücadele et" (en-Nahl, 16/125).

 

Görüldüğü gibi, âyette, irsad için; hikmet, güzel öğüt ve cedel olmak üzere üç derece bulunmaktadır. Hikmet; düşüncede ve fiilde hakikate ulaşmak demek olup, hakki arayan iyi niyetli kimselere uygulanır. Doğruyu kabul eden, fakat nefsinin arzularına uyanlara güzel nasihat ve bunların hiç birine sahip olmayanlara ise, durumuna göre cedel metodu uygulanacaktır (Bekir Topaloglu, Kelam İlmi (Giris), İstanbul 1987, s. 87 vd.).

 

Mu'tezile ekolünün Akaid konularındaki aklî yorum ve izahlarına karsı çıkan ve özellikle nass'daki mütesabih (farklı anlayış ve yoruma müsait) ifadelerin teviline şiddetle muhalefet eden Selef âlimlerinin Akaid sistemlerini su yedi temel prensip karakterize etmektedir:

 

1- Takdis: Cenab-ı Allah'ı şanına uygun düşmeyen şeylerden tenzih etmek.

 

2- Tasdik: Kur'an-i Kerim ve hadislerde Allah’ın isim ve sıfatları hakkında nasıl bir ifade kullanılmış ve ne söylenmişse, onları olduğu gibi kabul etmek; yani, Allah’ı bizzat kendisinin ve peygamberinin tanıttığı gibi bilip tasdik etmek.

 

3- Aczini itiraf etmek: Bilhassa nassta geçen mütesabih ifadeler konusunda tevil ve yorum yapmadan, bu konuda aczini kabul etmek.

 

4- Sükût (susmak): Yine nassta geçen mütesabih ifadeleri anlamayanların, bunlar hakkında soru sormayıp susmaları.

 

5- İmsak (uzak tutma): Mütesabih ifadeler üzerinde yorum ve tevilden kendini alıkoymak.

 

6- Keff: Mütesabih olan hususlarla zihnen bile meşgul olmamak.

 

7- Ma'rifet ehlini teslim: Mütesabihe giren konuları bilmesi mümkün olan Hz. Peygamber, Sahabe, evliya ve mütehassis âlimlerin söylediklerini kabul ve tasdik etmek (İsmail Hakki İzmirli, Yeni İlmi Kelam, İstanbul 1339/1341, I, s. 98 v.d.; Neşet Çağatay - I. Agah Çubukçu, İslâm Mezhepleri Tarihi, Ankara 1976, s. 191).

 

Dördüncü hicrî yüzyıldan sonra Selef inancını özellikle Hanbelî mezhebine bağlı olan ulema devam ettirmiştir. Selefiyenin müteahhirinini yani sonraki dönem temsilcilerini Ibn Teymiye (751/1350), Ibnül-Vezir (840/1436) ve Sevkânî (1250/1834) gibi alimler teşkil eder.

 

Son derece muhafazakâr bir özellik gösteren Selef akidesi, halk tabakası (avam) için en sade ve güvenilir bir yol olarak kabul edilmiştir. Ancak çeşitli felsefe ve kültürleri tanımış olanlar için, Selefin bu metodu yeterli görülmemiş; bunlar için Ehl-i Sünnet kelamcılarının metodu daha uygun bir yol olarak gösterilmiştir.

 

Selefiyye mezhebi müstakil ve birlikli bir mezheptir. Ancak, konu ve meseleleri kısa (icmali) ve geniş, teferruatla ele almaları bakımından iki kısma ayrılabilir. Önceki, yani ilk dönem (Mütekaddimîn) Selefiye, icmal ile yetindikleri halde; daha sonraki (Müteahhirûn) Selefiye, tafsile önem vermiştir. Selefiye mezhebine dair ilk bilinen eser İmam Ebu Hanife'nin Fikh-i Ekber'idir. Tafsile itina edenlerin başında Ibn Teymiye bulunur. Selefiye mezhebine mensup olanların hepsi Ehl-i Sünnettendir (İsmail Hakki İzmirli, a.g.e., I, s. 105 v.d.).

 

Necip TAYLAN